3. Yunanistan, Lefkada. Seyşeller halt etmiş :)








Aslında, Parga'dan pek de ayrılmak istemeyerek Lefkada'ya doğru yola çıktık çünkü Parga'yı umduğumuzdan daha çok sevmiştik ama bu yaz tatil süremiz çok kısıtlı olduğu için artık Lefkada'ya gitme zamanımız gelmişti. 

Eh hadi bakalım dedik ve yola koyulduk :) 




Lefkada, Yunanistan'ın en batısında kalıyor ve ana karaya denizin altından geçen, bizim yakınlarda bitecek olan, boğaz tüp geçiti benzeri bir geçitle Preveze-Aktio arası bağlanıyor. 


















Adanın genel görüntüsü bu şekilde. Biz adanın en güneyindeki Vasiliki'de konakladık.
Ne yazık ki, zaman sorunu yüzünden, adayı baştan başa dolaşma ve görme şansımız olmadı.
Ama internetten görüp de gitmek için sabırsızlandığımız, Seyşelleri aratmayan meşhur plajlarından Porto Katsiki'nin keyfine dibine kadar vardık :)















Yaklaşık iki buçuk saat boyunca yeşillikler içinde ilerledik.

















Yunanistan'da en sevdiğim şeylerden biri de, yol kenarlarına sağlı sollu ekilmiş zakkumlar.















Harika renk katıyorlar manzaraya :)




















İşte sözünü ettiğim tünel göründü. Toplam uzunluğu 1570 metre ve yaklaşık 1 km'si deniz altında.


















Hafif bir eğimle tünele giriş yapmaya başlıyoruz


















Asıl suyun altında kalan kısıma girmek üzereyiz.

















Denizin altında ilerliyoruz artık.















Tünelden çıkış yapıyoruz.















Ve tam karşımızda, kaçınılmaz bir Yunanistan klasiği olan, gişeler :)))

















Deli Dumrul'a, yanlış hatırlamıyorsam, 4 euro ödeme yapıp yola devam ediyoruz :)

Sağımızda Aziz Mavra kalesi var. Biz de mavra palavra anlamında kullanılır argoda. Bilemiyorum bu durumla alakası var mı Aziz Mavra'nın :))















Sol tarafta ise Lefkada şehri ve adanın esas kısmı.




















Kalenin önünden geçip ilginç bir şekilde tekrar denizin üstünden geçiyoruz.

















Herhalde eski köprü yıkıldığı ya da yetersiz kaldığı için yıkılmış ve yerine bu gemiyi koyup, köprü olarak kullanmaya başlamışlar :))


















Çok zekice bir çözüm aslında ;)
















Hatta içeride park etmiş araçlar bile var :)




















Gemiden çıkıp sola dönüyoruz ve az ileride yeni bir köprünün inşa edildiğini görüyoruz.
Demek ki bir sonraki gelişimizde bu gemi muhtemelen burada olmayacak :)




















Bu 3-4 kilometrelik yolun sonu Lefkada adası.
Bu yol bizim Küçükçekmece e-5 yolunun bir benzeri gibi.
Bilenler bilir, yolun bir tarafı deniz, diğer tarafı ise Çekmece gölüdür.

















Bu upuzun ve dümdüz yol boyunca ilerledik  ve sonunda Lefkada şehir merkezine ulaştık.




















Ama biz buraya uğramak yerine, bir an önce, konaklayacağımız Vasilikiye gitmeyi tercih ettik.

















Yol boyunca gördüğümüz yatlardan anlıyoruz ki, burası Yunanistan'ın marinalar bölgesi.
Gerçekten de daha sonra gittiğimiz Preveze'de ve yine Lefkada'nın başka bölgelerine bir çok marina var ve bu marinalar öyle böyle değil, kocaman marinalar. Binlerce yat demirli..

Yunanlılar turizmden para kazanmayı iyi biliyorlar. Onlar aile işletmeleri ile turizmden gelen paranın direkt halkın cebine girmesini sağlıyorlar, biz de ise turisti otele tıkıp, 50 euro'ya bir hafta yedirip içirip geri postalamak bir marifet gibi uygulanıyor yıllardır..













Kısa bir müddet sonra otelimiz Argo Apartments'a varıyoruz.
Booking.com'dan iki gece üç gün için toplam 70 euro'ya kirladığımız odamıza çıkınca keyfimiz arttı. Biraz iddalı boya rengine rağmen bize dublex ve yepyeni bir oda vermişlerdi çünkü ;)
















İlk olarak Gialos plajına gitmek üzere  yola çıktık. Ana yoldan rahat bir şekilde Gialos yol ayrımına ulaştık ancak bu noktadan itibaren yer yer daracık yollardan geçtik.
Biraz sıkıntılı geçen dakikalardan sonra Gialos plajına inen yolun bir kesimindeki "girilmez" yazan tabelayı yanlış yorumladık ve geri döndük.
Herşeyde hayır vardır diyerek diğer plaja gitmeye karar verdik.

Halbuki Sahile inen yolu ikiye bölmüşler, biri iniş diğeri çıkış olacak şekilde. Biz ilk önce, dönüş yapanların kullandığı yolu görüp girilmez sandık, düz devam etmek yerine :)




















Yine dar yollardan ve kısmen köylerin içinden geçerek yeni hedefimize ulaştık: Katsiki Beach











Biraz Antalya'nın dimdik falezlerini andıran bir yer burası. Ancak sahile inmeden önce ufak boyutlarda düzlükler ya da sonradan düzlenmiş alanlar var. Buralara çeşitli tesisler ve otoparklar oluşturmuşlar.
















Biraz daha aşağılarda otoparklar olmasına rağmen birazda otoparkçı çocuğun aşağıda yer yok demesi üzerine bu yeni asfaltlanmış otoparkı tercih ettik.

5 euro karşılığı tüm gün kalabiliyorsunuz. Aşağıdaki sanırım belediyeye ait bir otoparktı ve 3 euroydu ama artık ayrıntıları düşünmek istemiyorduk ve hemen o muhteşem denize girmek istiyorduk

















Önümüzdeki denize hayran hayran bakarak 50 metre daha ilerleyip, en sonunda bu muhteşem manzarayla kucaklaştık :)















İnternette gördüğüm fotoğraflarda "mutlaka photoshop vardır, o kadar da değildir" diyordum ama gram photopshop yokmuş meğer!
Çektiğimiz hiç bir fotoda en ufak rütuş yoktur. Resmen Seyşellere gelmişiz :))







Keyifler gıcırrrr :))








The Önuçaks pozu olmadan olamazzz :)))




















Ve tabi ki Türk Çekirdek ailesi reyizi olarak halkın kullandığı, Türk markalarını gururla yurtdışında tanıtma şerefine nail oldum :P

















Tahminimce en az yüz basamak inip kumsala The Önuçaks otağını kurduk :)))

















Şu noktadan sonra konuşmama gerek yok zaten fotolar konuşuyor ;)
































































































































































































































































































































































































































































































Ne demişler: "her güzelin bir kusuru varır"
İşte bu güzelliğin de aslında sorun dahi edilemeyecek ufak bir kaç kusuru var :)

 Birincisi denizi cidden çok derin. Sahilden 3-4 metre uzaklaşınca anında boyu geçiyor.
İkincisi ise plajda kum yok. Bayağı bir çakıllık. Kum yapışmaması iyi bir şey ama çakıllar gerçekten insanın ayağını acıtıyor.
Üçüncü ve son olarak da aslında benim için pek sorun olmayan ama Sevcan için ciddi sorun olan suyun ısısı :) İnsan girdikten sonra bir dakika içinde alışıyor ama ilk başta biraz soğuk gerçekten. Belki de Temmuz başı olduğu içindir ama çok kısa bir sürede alışıyor insan.
Bir de buranın Akdeniz olduğunu hesaba katarsak, tuz oranının yüksek olduğunu da unutmamalı.

Ama bunların hiçbiri keyfimizden bir şey eksiltmedi. Çünkü tırı vırı şeyler ve bunlara kafa takacak kadar takıntılı değiliz tabisi ;)

Ha, iyi bir şey de söyleyeyim: yukarıda büyük bir tesis var ve oranın elemanları devamlı olarak yiyecek-içecek siparişi alıp size getiriyorlar. Cep telefonuyla sipariş verilebildiği gibi, aşağı inen elemanlara da sipariş verilebiliyor.
Aç susuz kalırım diye korkmak yok :)
















The Önuçaks otağı bu noktaya kuruldu :)
















Gururumuz Ülker :))))






Her güzelliğin sonu vardır diyerek akşam üstü Vasilikiye geri döndük.
Yolda bizdeki gibi bal, zeytin yağı, zeytin satan insanlar var.
Genç bir adamın satış yaptığı bir barakanın önünde durduk, bal ve zeytin yağının tadına baktık. Kendi aramızdaki konuşmalarımızdan Türk olduğumuzu anlayınca: "benim eşim de Türk" dedi :)
Biraz daha sohbet edip, ufak bir indirim de kaparak bal ve 5 litre sızma zeytin yağı aldık. Zeytin yağı 20 euro, bal ise 4 euroydu. İkisi de feci lezzetliydi.

Arabada keşke bir teneke daha alsaydık diye hayıflanırken, daha ileride bir köylü amcanın önünde durduk ve bir 5lik zeytin yağı daha aldık. Amca Türk olduğumu anlayınca, yanaklarımdan öpüp sarıldı.
Gerçekten yıllarca iki toplum geri zekalı gibi birbirine düşman güdülmüş... Tabi ki bunda başta amerika gibi silah satan ülkelerin parmağı var ve bilmeden, görmeden başka milletlere düşmanlık güden insanların...















Vasiliki'ye inen yolda ilerlerken deniz üzerindeki beyaz çizgiler dikkatimizi çekti.
Meğerse Vasiliki Plajı bizim Çeşme gibi Sörfçü cennetiymiş.
Abartısız yüzlerce her yaşta insan sörf yapıyordu. Zaten sahilde bir çok sörf okulu ve malzeme kiralayan tesis mevcut.




















Vasiliki Plajının bir dezavantajı nispeten erken bir saatten itibaren güneş ışından mahrum kalmaya başlaması çünkü hemen yanı başındaki dağ o kadar yüksek ki, güneşi bloke ediyor




















Ancak burası rüzgarını saymazsak keyifli bir plaj. Denizi metrelerce gitseniz de, İzmir/Dikili gibi sığ. Kumu ise Marmara kumu gibi incecik ve suyu gerçekten sıcak. 























Sörfçüler tam gaz turluyor

















Karşıki tepenin eteklerinde asıl Vasiliki köyü var. Oldukça şirin ve birbirinden güzel restaurant, dükkan ve cafelerin bulunduğu bir yer. Bizim olduğumuz bölge, plajdan dolayı sonradan oluşmuş oteller bölgesi.
















Sörf okullarının tesis ve ekipmanları




















Akşam olunca merkezdeki kasaptan t-bone denilen dana pirzolalardan aldık. Suitimizin mutfağında pişirip afiyetle yedik.
Kilosu 7 euro :) Kazıklanmaya devam güzel ülkemin güzel insanları :)
















Açlıktan o güzelim sofrayı çekemedim, anında yumuldum ete :) Ama komşinin baklavasını yemeden fotoğraflayabildim :)


















Ve bu da tabi ki ertesi sabahki kahvaltı soframız. Gayet doyurucu ve Türk stili kahvaltımızı yaptık :)






Lefkada gerçekten görülmesi gereken ve en az 4-5 gün ayrılması gereken bir yer. Umuyorum gelecek senelerde daha fazla konaklayacağız burada.


Lefkada'ya veda edip bir sonraki durağımız olan Preveze'ye gittik. Onu da bir sonraki yazımda kısa bir süre sonra yayınlayacağım. 




Hiç yorum yok:


The Önuçaks