2. Yunanistan, Parga. İbraam Paşa'nın memleketinde keyifli ve huzurlu iki gün :)))











Sabah kahvaltısı ve yakıt ikmalinden sonra yola koyulduk. Önümüzde yaklaşık 500 km'lik bir yol vardı. Yolun tamamı otoban kullanımı olduğu için, Selanik yakınlarındaki tek molamıza rağmen 5 saat sürdü. 
Aslında zaman kısıtlaması olmasa, aynı güzargah üzerindeki Selanik ve Yanya'da birer gün konaklayıp giderdik ama zaman sorunu biraz Alamancı işi seyahati zorunlu kıldı bu sefer :)

Bir anlamda baştan başa Yunanistan'ı geçmişiz.
Bu arada Yanya, Ohrid gibi göl kıyısında bulunan ve Osmanlı tarihinde önemli bir yeri olan bir şehirdir. Hala bizden kalma bir çok eser ve yapı bulunmaktadır. Yunanistan gezilerinde kesinlikle görülmesi gereken kentlerindendir.













Selanik'ten sonra Yunanistan coğrafyası Ege ve Karadeniz karışımı bir yere benzemeye başlıyor. Dağlar, çoğunlukla yeşil ve ormanlık alanlar ve bol bol düzlükler ovalar. 












Yol üzerinde, gerçekten sayısız diyebileceğimiz tünelden ve otoban ücreti gişelerinden geçtik.
Yaklaşık 50 euro otoban ücreti verdik!

















Bu otoban Igoumenitsa şehrinde son buluyor.
Çünkü bu şehirden ötesi Akdeniz :)
Yunanistanın en batısı yani.
Bu güzergah tır şöförleri tarafından da tercih ediliyor çünkü Igoumenitsa limanından, İtalya'nın Ancona şehrine RoRo seferleri yapılıyor. 











Bu noktadan itibaren Parga istikametine dönüyoruz. 
















Artık otoban bitiyor ve gidiş-geliş şeklinde trafiği olan yola giriyoruz.
















Yine bir yol ayrımı. Preveze solda, biz ise sağda kalan Parga istikametine dönüyoruz.
















Etraf o kadar dağlık ki, bir an kaybolduğumuzu düşünmeye başladık :)
Kendi aramızda: "işte bu tepeden sonrası denizzz" diye avuntu mahiyetinde moral motivasyon sözleri söyledik :)

















Tamam işteee, bu yolun sonu Pargaa











Yooo, değilmiş :(











Ama birden evler karşımıza çıkmaya başladı












Veeee, bingooo!! Bu virajdan aşağı doğru inince Parga!!!












Şehir merkezine paralel geçen yoldan devam ederek, navigasyonumuzun bizi ulaştırdığı otelimiz Studios Ristas'a ulaştık.


Manzaramız gerçekten enfes...

Hep diyorum ya, uydu görüntüleri haritalar insanı yanıltıyor diye; meğer Parga bayağı tepelik bir yermiş.
Düzlük az. Gerçekten Karadeniz yamanlığında :)
















Burası Şehr-i Emaneti binası. Yani Parga Belediyesi.
Kırmızı halılarla karşılandık ama görgüsüzlük olmasın diye o fotoları yüklemedim tabiki :))















En düz bölgeden çarşıya giriş yapıyoruz 













Hemen rengarenk ve capcanlı binalar karşımıza çıkıyor.
Yunanistan'ın her yerinde bir canlılık ve estetik anlayışı hakim.. 














O da ne! Hürremin babasını Parga'da buluyoruz!
Eşinin dırdırından kaçıp buralara huzur bulmaya gelmiş :))))
















Çarşıda çok oyalanmayıp, hemen kendimizi Parga sahile attık.
Gerçekten resimlerde gördüğümüzden çok çok daha şirin ve rengarenk bir yermiş.

Parga'nın bu tarafı old town denilen, şehrin tarihi kısmı. 















Burası ve devamı da, Parga'nın yeni yerleşim bölgesi oluyor.
Hemen ileride Parga limanı görülüyor.




















Biz tabiki tarihi kısma doğru ilerlemeyi tercih ediyoruz.

Sokakların boşluğu dikkatinizi çekti mi?
Kimsecikler yok ortalıkta.
Yunanlılara tembel diyorlar ama bilmeden boş konuşuyorlar!
Dışarıda sıcaklık Harran'ı aratmıyor. 

Bu sıcakta aklı yerinde olan kim çıkar ki sokağa?
İnsanlar ya evlerinde kalıyorlar ya da plajlara gidiyorlar..

















Ve olmazsa olmazımız: The Önuçak's pozu :P

















Parga'nın önünde minik kayalıklar ve adacıklar var. 

















Fotoğrafta uzak gibi görülse de, iki kulaç atma mesafesindeki bu adada eski bir kilise/manastır var.
















Sıcaktan mıdır bilmem, birden acıktık.. Yoksa bilenler bilir, hiç sevmeyiz yemek yemeyi...
Bize pek sevimli gelen Miam miam'ı tercih ettik.
Devamında denize gideceğimiz için hafif bir öğün yedik
















Bir çeşit pide. Pita. üstü hafif yağlı.. Tek başına bile her türlü gideri var :)













Süzme yoğurt, toz kırmızı biber ve bizim Erzincan tulumuna benzeyen bir peynirden yapılan; peynir salatası. Gerçekten nefis.. 













Cacıki


















Gyros. Yunan döneri











İşte Miam Miam'ın dışarıdan görünümü













Madem artık karnımız tok, sırtımız pekti; hemen plaja doğru yola koyulduk















Burası bizim Suadiye plajı gibi, yani halk plajı. Ancak herhangi bir ücret vs alınmıyor.
Tabiki burada beyaz donla, kamyon şambreliyle denize giren ve insanları bakışlarıyla yiyen sahil timsahları olmadığı için, yüksek ücretle bu çomarlara engel koymaya gerek kalmıyor...
















Plaj ekipmanlarını alan gelmiş kurmuş kendi krallığını..
















Yunanistan'ın her yerinde olduğu gibi deniz pırıl pırıl.
Burada bir fark olarak uzak doğudaki gibi, turkuaza çalan mavi bir rengi var denizin








Günün kalan kısmını denizde geçirdikten ve otelimize gidip biraz siesta yaptıktan sonra, Parga sokaklarına tekrar geri döndük..













Bu arada yurt dışına çıkmanın bir güzel yanı da ülkemize hiç getirilmemiş olan bir çok arabayı görebilmek. Artık oldukça eskimiş olsa da VW Caddy'in 20 sene önceki hali :)














Artık akşam yemeği için mekan aramaya başlamıştık. Sahildeki mekanlara ve fiyatlara bakarak tercih yapmaya çalıştık.
Hemen arkamızda görülen duvarlara restaurantlar kilimler seriyorlar.
Böylece hem müşteri masa boşalmasını oturarak bekliyor, hem de kuş kaçmamış oluyor ;)


















Bu sefer de tercihimiz Veneziano


















İkram canavar! Beklerken canımız sıkılmasın diye Barbayani ikramı yaptılar.. Eh biz de kaba saba insanlar değiliz ya, ikramı geri çevirmedik  ;)


















Sabreden derviş muradına ermiş.. Biz de masamıza kavuştuk biraz bekledikten sonra.

Yunanistan'da bir gelenek olan kağıt masa örtüsü hemen serildi.
Siparişlerimizi verip, sabırla beklemeye başladık..












Vee ilk gelen Cacıki oldu :)















Greek Salad












Teo şiş tercih etti.















Musakka 















Sevcan ve ben ızgara sardalya tercih ettik
















Kalamar















Islak mendil yerine "hand wash" dedikleri, içinde limon olan ılık el yıkama suyunu getirdiler.
Böylece patilerimizde hiç yağ kalmadı :)

Yıllar önce, Çırağan Sarayında çalışan bir arkadaşım (Barış Özcan), sonradan görme bir çiftin bu suya, tuz ve kara biber ekleyerek içtiklerini anlatmıştı :)))
















Bu zengin ve doyurucu akşam yemeği için 55 euro bırakıp  mekandan mutlu mesut ayrıldık..
Türkiyede bu rakamlara yemek yemek imkansız..
2000 euro maaş alan bir insanla, 2000tl bir maaş alan insanı karşılatırınca ne demek istediğim daha net anlaşılır...



















Hem Parga'yı keşfetme, hem de spor yapma zamanımız gelmişti. O kadar yedikten sonra hareket şart :)















Eski Parga kısmında sokaklar daracık ve hep bayır çıkmak durumundasınız.
















Ama sokaklar o kadar sevimli ve cümbüşlü ki, insan ne bayırın ne de nefes nefese kaldığının farkında oluyor















Ama bir yerden sonra iyice yukarılara çıkmış olduğunuzu öyle bir fark ediyorsunuz ki, dil sarkmış bir şekilde küçük molalar vermek gerekiyor :)













Ve en sonunda "eşek o....tan bayırı"nın sonuna geliyoruz :))))
Parga kalesinin girişindeyiz.
















Biraz yoruluyoruz ama gerçekten muhteşem bir manzara ile karşılaşıyoruz


















Kalenin çok ilginç bir kapısı var.
Üzerinde uzun, mızrak gibi süngüler eklemişler :)
















Değişik bir korunma yöntemi  :)))
















Kalede ne yazık ki bir başıboşluk ve düzensizlik var.
Osmanlıdan kalma bu top öylece yere bırakılmış.. Ne bir kaideye oturtulmuş ne de bir açıklayıcı bir bilgi tabelası var..


















Kalenin burçlarından aşağısı böyle görünüyor

















Yine Osmanlı'dan kalma ve öylece yere konmuş bir top






















Daha çok biz Türklerle özdeşleşmiş bir ağaç, selvi.. Muhtemelen Osmanlı döneminde dikilmiş ve hala yaşıyor.. 
















Bu tabelada kale tarihi hakkında bilgiler verilmiş. Birkaç kez Venedikliler ve Osmanlılar tarafından bombalanıp neredeyse yıkılmış ve tekrar tekrar onarılmış ve Ali Paşa zamanında içine cami, hamam gibi çeşitli binalar eklenmiş.
















İlerleyen saatlerde otelimize geri döndük. Ve yine bizi bir kedi buldu :)
Teo, Hürreme aldığımız hediye mamalardan birini açıp, emzirdiği yavruları olan bu kınalı pisiye ziyafet çektirdi :)















Sabah olduğunda aşağdaki gibi bir manzaraya karşı uyanmak şahane bir duygu!





Balkondan kuş bakışı Parga.. 













Otelimizin arka tarafı dik bir tepe ama her yer zeytin ağacı 















Parga'yı izleyerek keyifle sabah kahvaltımızı yaptık




















Kahvaltı sonrası, Valtos Plajına gitmek üzere otelden çıktık ama karşımıza kınalı pisi yine çıktı :)
Yavrularına bol süt üretmesi için gerekli yemek ikmalini yaptıktan sonra yola koyulduk :) 


















Plakalara bakmadan, plaja gelen Türkler tek bizdik sanırım, çünkü benden başka hiç kimse, araba bayır aşağı kaçması diye direksiyonunu iç tarafa kırmamıştı :)))))))
Eski şoförlerden kim kaldı beee :p 













Bu sefer Valtos beach hotel'in ekipmanlarını kullandık. Türk olduğumuzu öğrenince bizimle bir müddet sohbet eden Yunan amca, bize indirim yaparak 3 adet  şezlong ve şemsiyeyi 15 euro'dan bize tahsis etti ;)















Burası gerçekten çok keyifli bir mekandı. Hem tesis olarak hem de plaj ekipmanlarının kalitesi anlamında oldukça tatmin ediciydi.



















Manzaramız da süperdi



















Şimdiye kadar kullandığım en rahat ve konforlu şezlong ;)



















Yattığımız yerden görülen denizin o muhteşem rengi

















Bulunduğu konum itibariyle Parga'nın denizi Akdeniz olmasına rağmen, bizim bulunduğumuz dönemde biraz soğuktu.
Biz Temmuz'un ilk günlerinde orada olduğumuz için belki de deniz suyu daha yeterince ısınmamıştı ama 1-2 dakika içinde alışıyor vücut. 













Suyun rengi, berraklığı, söylemeye aslında gerek olmayan temizliği gerçekten mükemmel ötesi.


















Bu plaj, fotoğrafın sol köşesinde görülen Parga kalesi ve şehrin tarihi bölümünün arka kısmında kalıyor















Bu fotoda ise kalenin arkasında bulunan ve şehrin nadir düz zemini üzerinde kurulu kısımı görülüyor.
















Plajın diğer tarafında ise, bizim kullandığımız Valtos Beach hotel'in tesisleri harici, bir çok cafe ve restaurant'ın tesisleri olduğu gibi, kendi ekipmanlarını kullananlar için halka açık kısımlar da var







Deniz sonrası keyfimize Frappe ile cila attık ;)
















Bu tesisin en güzel yanlarından bir de, bu kasalardı

















Bu bileklikleri gri sensöre dokundurunca, otomatik olarak açılıyor

















Güvenle telefon, fotoğraf makinesi, para vs bu pratik kasalarda saklanabiliyor.





Gün boyu denizin ve süper rahat ötesi  şezlonglarımızın keyfini çıkardıktan sonra otelimize dönüp akşam için biraz enerji depoladık.














Otelimizde deniz sonrası kayıntı yaptığımız için bu gece daha hafif şeylerle karnımızı doyurmayı tercih ettik















Gyroslarımızı paket yaptırıp, sahilde yedik

















Sabırla bekliyoruz siparişlerimizi :)




Yunanistan'ın en güzel birası Mythos'larımızı da alıp sahilde akşam kayıntımızı yaptık.
Teo'ya içecek olarak tabiki Zero aldık :))















Adı gibi, tadı da efsane ;)


















Başını yaslayacak manitası olmayınca, başını kendi eline yaslayan, matrak insan Teo :)))))



Evet, aynen okuduğunuz gibi :))



Hep söylüyoruz bu iki millet aslında etle tırnak kadar birbirine geçmiş.
Türkler için değil bu etiket. Yunanlılar ne diyorlarsa bu tatlıya onu yazmışlar.









Gecenin sonuna doğru Carrefour'a gidip ertesi gün için biraz ikmal yaptık. Aşağıdaki fotoyu özellikle paylaşmak istedim. Türkiye'de nasıl kazıklandığımızı görün diye..

Dana bonfile 7,98 euro, arkadaki tepside görülen kuzu külbastı ise 6,98...
Neyse.....





Parga'da iki süper gün geçirdik ve keşke daha fazla kalsaydık dedik.. Çok sevdik burayı.
Seneye tekrar geleceğiz inşallah..





Parga'daki son gecemizi de güzel bir şekilde geçirdikten sonra otelimize dönüp iyi bir uyku çektik ve sabah Preveze üzerinden Lefkada'ya doğru yola çıktık...















Hiç yorum yok:


The Önuçaks